Yaklaşık iki asra kadar dayanan ve bu toprakların en nadide insanlarını yetiştiren askeri liseler 2016 yılında gerçekleşen darbe girişimi beraberinde çıkan Kanun Hakkında Kararname’ler ile kapatılmıştı.

Bu konu hakkında ne yönde fikrim oluşuyor birincil olarak ondan bahsetmek istiyorum. Askeri liseyi son kazanan dönem içerisinde yer alan birisi olarak yazıyorum bu yazıyı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir ferdi olmanın getirdiği kutsallığı babadan biliyorum. Çevrem ve ailemden gelen bağlılığın sonucunda askeri liseye gitmek istemiştim. Emekli Astsubay Yakup KOŞAR’ın oğluyum, en yakın dostum ilk senesinin ardından Maltepe Askeri Lisesi’nden ihraç edildi.

Fikir yapım, askeri lojmanlarda oluştu. Vatan sevgisini yaşayarak büyüyen bir neslin parçasıyım. İnsanların Türkiye haritasında gösteremeyeceği yerlerde yıllarca yaşadım. 12 yıllık eğitim hayatım boyunca 7 tane okul değiştirdim. Bunca zorluğu bizzat yaşamam bu sevginin önüne geçemedi.

Gelin size bu şanlı yuvaya nasıl gidecektim, neler yaşadım bunları anlatayım;

Ortaokulun sonunda yaşıtlarım liseye geçiş sınavına çalışırken, ben okul dışındaki etütlerimi Askeri Lise Sınavı’na çalışarak geçirdim. Cumartesi ve pazar günü hafif etütler alan akranlarımın yanı sıra tüm yıl boyunca akşamlara kadar ağır müfradatlı ÖSYM sınavına çalıştım. Bir yılıma iki önemli sınav sığdırdım ikisinde de ortalamanın üstünde bir başarı sağladım. Ama hayalim olan boğazın göz bebeği Kuleli Askeri Lisesi’ne adım atmak için çalışmam gerekliydi. Mülakatlara çalıştım. Kilo verdim. Ardından, yıllardır eşinin yolunu gözlemiş asker eşi annem, durumları henüz yeni yeni idrak edebilen genelde kelimeleri söylerken bebek sempatikliği taşıyan kardeşimin, evden ayrılma ihtimalimden dolayı belli olan hüzünlü atmosferi bize eşlik ediyordu. O zamanlar hala görevde olan asker babam ile İstanbul’daki mülakatların yolunu tuttuk. Babam gururluydu sanırım, yıllar önce kendisinin gittiği yolun peşinden gelen bir oğlu vardı. Tek farkımız ben onun oğluydum ve deneyimleri bana ışık tutuyordu. Zorluklar ile yaktığı mum ışığı sayesinde öğrendiği yolları bana öğretiyordu sanki. Tam kilo sınırında olduğum için hiç bir şey yememeye dikkat edip sadece su içiyordum. Mülakat günü babam ile sabah erkenden bulunduğumuz orduevinden İstanbul yollarına düştük. O zamanlar minik kırmızı arabamız ile bilmediğimiz İstanbul yollarının tuhaflığı içerisinde kayboluyorduk. Hava Harp Okulu’na gelmiştik. Mülakat burada olacaktı. Bir sürü ülke hizmetine hazır olan ve sıcak baba ocağını bırakıp, peygamber ocağına gitmeyi göze alan yeni ortaokul mezunu gençlerdik. O an oraya baktığımda hemen hayal kurmaya başladım. Gelecekte devre olacağım insanlar buralarda olabilir fikrine kapılmıştım. Askeri hayatta “devre” kavramı çok önemlidir bunu da babamdan öğrendim. Bizi sıra sıra içeri aldılar. Elimizde bir çanta. Kahvaltı yapmayanları ayırdılar yemekhaneye götüreceklerdi. Yalan söyledim ve kahvaltı yaptığımı söyledim. Ne de olsa tam sınırdaydım. Ön sağlık muayenesine girdik. Boy, kilo ve diğer prosedürleri ne şanslıydım ki tamamladım. Ardından bizi bir odaya aldılar. Orada bir kağıt doldurmamızı istediler. Bitiren odaya geliyordu. Yanımda uzun saçlı, bir çocuk vardı. Kağıtta gittiğimiz okullar, herhangi bir sabıkamızın olup olmadığı ile ilgili resmi şeyleri dolduruyorduk. Gidilen okullar listesine ben tabii ki kendimi sığdıramamıştım. Gözüm yanımdaki çocuğun kağıdına ilişti o da sığdıramamıştı. Tahminler yürüttüm acaba onun babası da mı askerdi? Daha sonradan öğrendim. Evet öyleymiş. Aç olanlar yemek yiyebilir onayını aldık. Ne olur ne olmaz yine kilomu ölçebilirler yememeliyim dedim. Durumu o yanımdaki uzun saçlı çocuk fark etti. “Bir şey olmaz bayılıp kalsan sporda daha mı iyi?” dedi. Dinlemedim spora gittik. Basket topu fırlatma, sabit zıplama bir takım basit şeyler. Ardından ölümcül 400 metre koşusu, küçük gözükmesin. O an ki ruh haliyle tam bir maratona dönüşüyor. Koşuyu bitirdim ayaklarımı hissetmiyordum. Sanırım geçmiştim. Ama emin değildim. Soyunma odasına gider gitmez annemin çantama koyduğu yiyeceklere baktım. Hemen karnımı doyurdum. Yoksa bayılacak gibiydim. Bizi bir araç ile bir binaya götürdüler. Burada sözlü mülakata girdik. Biraz abartılı öz güven ile bir yüzbaşı ile didişmiştim. “Sanırım elendim.” düşüncesi kapladı içimi. Düzineler halinde geziyoruz. O heyecanlı ve stresli hava geçmişti kaynaşmıştık. Uzun saçlı çocuğun babası albaymış, çocuğun ismi de Burak’mış. Bu alanda 2 saat kadar bekledik. Bir yüzbaşı elinde isim listesi anons yapıyor ekibi alıyor gidiyor. Beklememiz sürüyor. Aldığı kişilerin bazılarına olumsuz anlam taşıyan beyaz zarf, bazılarına da olumlu sarı zarfı veriyorlar. Bizde hala bir şey yoktu. Uzun bekleyiş ardından bizim düzineden 5 isim sayıldı. Spordaki gözlemlerim ile iyi derece yapan, fit çocuklardı. İsmim okunmadı “Sanırım elendim.” cümlesini bitirdim yüzbaşı hızlıca geri döndü “Mehmet Burak KOŞAR” dedi. Bir adım öne çıktım sende geliyorsun dedi. Ama Burak ile birbirimize bir bakışımız var. Tarif edemem o da, bende sürüden ayrılmamıştık. Bende, “Sanırım iyi şeyler olacaktı.” der gibi bir bakışla göz kırptım. Hala tedirginiz uzun bir koridor yürüdük. Titrek bir sesle birisi “Komutanım kazandık mı?” diyebildi. Genç duran yüzbaşı hızlı adımlarını yavaşlattı, ve üzgün bir ifade ile baktı “Pırıl pırıl gençlersiniz, önünüzde çok yol var.” dedi. Biraz umutsuzluğa kaptıran cümlenin ardından babacan bir gülüşle “Tebrikler!” dedi. Biz gülerek sınıfa girdik. Sarı zarflar dağıtılıyor. Ön bilgilendirme yapılıyor ertesi gün detaylı sağlık taraması var. Kaldık 6 kişi Burak ile büyük bir heyecanla ailelerimizin yanına giderken sohbet edip, “Devremi olacağız biz?” muhabbetleri geçti. Onlar hava lisesini istediği için “psikoteknik testi” için ayrılmak durumunda kaldılar. Biz ailelerimizin yanına gittik. Babama sarı zarfı sevine sevine gösteremiyordum. Nede olsa ağlayan tonla kişi vardı. Sordu, bende göz kırptım “Oldu bu iş!” dercesine sarıldık. Araba uyuya kalmışım. Orduevine girerken tüylerim ayrı bir kabardı. Çok mutluydum. O zamanlar ki kız arkadaşımı aradım, beklediğimin aksine bir tavır ile o da mutlu olmuştu. Bu durum beni ayrı bir motive etti o zamanlar. Ertesi gün sağlık muayenesinde herkes birbirine memleketi ile hitap ediyordu. Ankaralı, Sivaslı, Çorumlu… Tartılırken yine tedirgindim ama ayakkabı ile tarttılar sanırım önemli değildi diye düşündüm. Aşırı detaylı bir muayeneden geçiyoruz. Her ekibin başında 30 Ağustos’ta rütbe almayı bekleyen subay adayları var. Bizim başımızdaki Harbiyeli Abi daha sonradan gitti. Yerine bir teğmen duruyordu. Onu gören Harbiyeliler yer veriyor. Bu sayede hızlıca tamamladık muayeneyi. Gözümüze damla damlattılar. “1 saat sonra tekrar gelin.” dediler. Teğmen yemekhaneye gidelim dedi. Dedi de biz göremiyoruz. Göz muayenesi için damlatılan o şey, gözün daha fazla ışık almasına yol açan bir damlaymış. Güneşte hepimiz, kör olan insanlar gibi dağılıyorduk. Teğmen kızamayan bir tavır ile hepimizi el ele tutuşturdu. En önde o, arkasında biz gidiyoruz. Girdik yemekhaneye, tabi detayları göremiyoruz. Tezgaha baktım. Çorbayı görüyordum. Nugget zannettiğim topaklanmış irmik helvası, makarna ve yoğurt. Su doldurmaya çalışıp dökenler. Çorba kaşığını denk getiremeyenler, o esnada tam bir komedi filmi sahnesini andırıyordu yemekhane. Bende nugget sandığım topaklanmış irmik helvasını yoğurda batırıp yemeye çalıştım. Karşımdaki çocuğun çığlığı ve ağzımdaki tatlı-tuzlu aromalar ile idrak ettim. Gayri ihtiyari bende güldüm. Yemeği yedik ve çıktık. Göz muayenesi de bitti. Kapıda bekliyoruz yine uzun bir bekleyiş. Kazananların ismini okuyorlar sağlık raporunu veriyorlar. O sırada kaybeden iki günde can ciğer olduğumuz arkadaşlara canımız yanıyor. Gözlerimiz direkt Burak’la denk geldi. “Kazandık devrem!” der gibiydik. O an gözlerimden mutluluk göz yaşı geldi. Babama koştum. Artık intibak eğitimini beklemek kalmıştı. Bayram geldi, geçti ve gitti. Temmuz’un ortası değişik bir gece kardeşim ile dışarıda basketbol oynuyoruz. Babam uzun bir izin kullandığı gerekçesi ile arka arkaya nöbet tutuyor. Bir jet aşırı alçak uçuş yaptı. Telefonuma gelen bir bildirimi anımsıyorum. “Köprüler kapatıldı.” biraz daha oynadık. Sonra eve gittik. Kardeşim ve o esnada bizde kalan anneanem uyudu. “DARBE” başlıkları televizyonda geçmeye başladı. Devamı malum ülkedeki herkesin bildiği “En uzun gece…” olayın ne olduğunu bilmiyordum. Bilmek istediğim tek şey babamın can güvenliğiydi. Bu zamanlar kolay atlatılmadı ama yazının konudan şaşmaması için özet geçmek durumundayım. Temmuz bitmeden güneşli bir yaz günü pikniğe gidiyoruz. 15 Temmuz gecesi “Köprüler Kapatıldı.” bildirimini gönderen site bu sefer “Askeri Liseler Kapatıldı…” diye bildirim gönderdi beynimden vurulmuşa döndüm. Daha fazla kelimeler ile anlatılamaz sanırım. O yüzden sonuç kısmına geçmek istiyorum.

Bu sebep ile haksız yere rütbe sahibi olamayan emekli(!) askeri öğrenciler her ne olursa olsun. Gerçek bir Türk Subayı’nın yapması gerektiği; Bulunduğu durumun ahval ve şeraitini düşünmeden Türk İstiklal ve Cumhuriyetini korumak ve kurtarmaktır. Vazifesini hepimiz biliyoruz. Bizimde hakkımız yendi biz bunları #HAKETMEDİK dedik. Ama asla devlete küsmedik. Polise el kaldırıp eylem yapmadık. Biz ülkemiz uğruna gösterebileceğimiz bütün vazifeleri emir olarak sayacak bir nesildik. 8 dönem üstümüzdeki o Harbiyeli abiler rütbesini alamadı. Ve okula girdiğimiz sene en üst sınıfta olacak komutanlarımız bu sene mezun oldu, onların bir mesajı var;